top of page

Emile Boutroux ve "Mümkünlük" Fikri


Emile Boutroux

GİRİŞ

19. yüzyıl pozitivizmi ve mekanik determinizm, tabiatı bütünüyle sebep-sonuç ilişkileriyle açıklamaya çalışmış, böylece varlıkta mutlak zorunluluk bulunduğu fikrine bağlanmıştır. Natüralizm ile özetlenebilecek bu determinist görüşlere karşı mücadele veren Emile Boutroux (1845–1921), modern bilimin doğayı tam bir zorunluluk düzeni olarak görmesine itiraz eden Fransız bir filozoftur. Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu adlı eseriyle, tabiat kanunlarının değişmez ve zorunlu değil, mümkün (şartlara bağlı) olduğunu savunur. Ona göre bilim, tabiattaki düzenlilikleri tanımlar ve tasvir eder; fakat bu düzenlilikler, her durumda ve her seviyede aynen geçerli mutlak zorunluluklar değildir. Kendi fikirlerini savunduğu kitaplarının yanı sıra, felsefe tarihine dair eserlerinde de hep bu çizgide düşünmüştür. Emile Boutroux, Bergsonculuğa zemin hazırlayan ilk filozoftur. Sorbonne’da Bergson’a hocalık yapmıştır. Boutroux’dan önce bazı filozoflar natüralizme eleştiri getirmiştir; fakat Boutroux’nun farkı, sadece eleştiriyle kalmayıp karşı bir görüş geliştirmesidir. O, natüralizmin bilimle temellendirilemeyeceğini göstermeye çalışır. Boutroux’ya göre varlığın temeli zorunluluk değil, hürriyettir. Tabiatta mutlak zorunluluk yoktur; yalnızca dereceli bir hürriyet vardır. Tabiat kanunları bile “olabilirlik” karakteri taşır; zorunlu değil, şarta bağlı kanunlardır.

 

TABİAT KANUNLARININ ZORUNSUZLUĞU

Boutroux’nun argümanı, bilginin kuruluşunda duyu verileri ile zihnin kurucu faaliyeti arasında bir işbölümü bulunduğu kabulünden başlar. İlk safhada duyular, bize çeşitliliğin ve hareketliliğin dünyasını verir; ikinci safhada zihin, bu çeşitlilik içinde bağıntılar keşfeder, genellemeler kurar, kanunlar formüle eder. Sorun şudur: Zihin, duyunun sunduğu tekil olgulardan hareketle vardığı genel bağıntılara ne tür bir statü verebilir? Bu bağıntılar zorunlu mu, yoksa mümkün müdür? Boutroux, geniş bir kavramsal çözümleme eşliğinde, doğada gözlemlediğimiz düzenliliklerin zorunlu olmadığını –yalnızca belirli şartlar altında fiilen geçerli olduğunu— savunacaktır. Bilimde “zorunluluk” çoğu kez, mantıktaki analitik zorunluluğa benzetilir: “A = A” gibi özdeşlikler ya da bir bütünün parçalarına dağılması gibi işlemler zorunludur. Oysa tabiat hakkındaki kuralların çoğu sentetiktir; yani deney verilerinden çıkar. Bu yüzden, tabiat kanunlarını mantıktaki özdeşliklerle aynı seciyede zorunlu görmek yanlıştır. Deney bize genelleştirilmiş ilişki verir; bu ilişkiler şartlar değişince değişebilir. Kısacası, tabiat kanunları mantıkî bir zorunluluk değil, fiilî düzenliliklerdir.

Onları “mutlak değişmez” ilkeler olarak görmek ve “her şey, sebebiyle ile orantılı bir şekilde meydana gelir” demek yanlıştır. Çünkü tabiatta mutlak bir değişmezlik yoktur; tabiat sürekli oluş halindedir. Tabiat kanunları, hadiselerin genel eğilimlerini gösterir ama istisnalara da açıktır. Varlık, bir halden başka bir hale geçer, değişir, dönüşür. Bu yüzden tabiat kanunları da birer imkân (contingence) karakteri taşır; yani değişebilir, zorunlu değildir. Varlık, determinizmi aşan bir yaratma hareketidir. Her var olanın önce “mümkün” olduğunu söylemek, varlığın mümkünden zorunlu biçimde çıktığı anlamına gelmez. “Mümkün”, yalnızca imkân alanını gösterir. Deney dünyasında varlık sürekli değişim içindedir; bu değişim, geleceğin açık uçlu olduğunu gösterir. Sebeplilik ilkesi bilimde işe yarar; fakat bu, onun her düzeyde a priori bir zorunluluk olduğu anlamına gelmez. Sebeplilik, deneyde karşılaştığımız düzeni ifade eder; varlığın “özünden” mantıken zorunlu olarak çıkmaz. Boutroux, bu anlamda “reel” (fiilen var olan) ile “mümkün” (potansiyel olarak olabilecek) arasında fark koyar. Gerçekleşmiş olan, sadece mümkün olanın bir kopyası değildir. Yani var olan, yalnızca mantıken mümkün olanın gerçekleşmiş hali değildir. Ona göre varlık, mümkünü kuşatan bir şeydir. Gerçekleşmiş bir varlık, “mümkün”ün sınırlarını aşar, yeni bir şey getirir. Bu yüzden tabiat, önceden belirlenmiş bir zorunluluk zinciri içinde değildir; her varlık, kendi hürriyet derecesine sahiptir.

Boutroux, eşyayı gözlemledikçe onun özellikleri, değişimleri ve çeşitliliğinin arttığını söyler. Hayatın zenginliği içinde sürekli yeni durumlar ortaya çıkar. Oysa yüzeyde yalnızca tekrar eden, benzer olaylar görürüz. Ama varlığa derinlemesine bakıldığında, onun en basit derecelerinde bile bir nitelik farklılaşması vardır. Bu farklılık, sebep-sonuç arasındaki zorunlu ilişkiyle tam olarak açıklanamaz. Geometri kusursuz daire ve doğru gibi idealleri kurar; tabiat ise bunları yaklaşık olarak gerçekleştirir. Dolayısıyla matematiğin sıkı zorunluluklarını tabiata aynen aktarmak doğru değildir. Tabiatta tam eşitlik ve tam durgunluk yoktur; her şey hareket hâlindedir. Bazen küçük bir değişim büyük sonuçlar doğurur (küçük bir kar kütlesinin çığa dönüşmesi gibi). Bu tablo, tabiatın tek çizgili bir mekanik zorunlulukla açıklanamayacağını gösterir. Eğer kanunları, gerçek varlıkların değişimi ve sürekliliği açısından düşünürsek, bunların yalnızca izafi bir doğruluğa sahip olduklarını fark ederiz. Gerçeklik, tam anlamıyla zorunlu değildir; içinde daima imkân barındırır. Varlığın en alt seviyesinde bile mutlak bir “kesinsizlik” vardır. Çünkü varlık -hürriyet derecelerine göre- yukarı doğru ilerledikçe çeşitlenir. Her yeni varlık mertebesinde yeni bir hürriyet payı belirir. Saf ve basit varlıkta bu hürriyetin derecesi azdır; ama karmaşık yapılar ortaya çıktıkça hürriyet artar. Ortaya çıkmış bir varlıkla, onu meydana getiren unsurlar arasında, saf ve doğrudan bir neden-sonuç bağı yoktur. Varlıkların birleşmesi, “mantıkî zorunluluk”tan değil, fiilî (aktüel) bir birleşmeden doğar. Varlık, mümkün olandan daha fazlasıdır. O halde her şey “mümkün”dür (contingent). Dolayısıyla varlık, ne tamamen zorunlu ne de tamamen arızîdir; o hürdür (libre).

 

VARLIK TABAKALARINDA ZORUNSUZLUK ARTIŞI

Boutroux klasik determinizmin temel iddiasını reddeder: “Aynı sebepler aynı şartlar altında her zaman aynı sonuçları doğurur.” Ona göre tabiatta bu tür bir mutlak tekrar yoktur. Varlık tabakalarında yükseldikçe ortaya çıkan yeni ve hür nitelikler, aşağı tabakalardaki sebeplerden zorunlu olarak çıkmış değildir. Varlıkta değişim ve çeşitlilik varsa, bu bir hürriyet payına işaret eder. Yani bilim, tabiatın mutlak düzenini değil, onun alışkanlık haline gelmiş düzenliliklerini tespit eder. Bu, Boutroux’nun bilimi reddettiği anlamına gelmez; yalnızca mutlak doğrularla değil, geçici genellemelerle tabiatın açıklanabileceğini gösterir. Tabiatta cinsler ve türler görürüz. Zihin bunları mefhumlar hâline getirir. Bu mefhumlar, deneyin üzerinde duran değişmez özler değildir; deneyin gösterdiği benzerlik ve sürekliliklere dayanarak kurduğumuz sınıflamalardır. Bu nedenle “cins”ler hakkında verdiğimiz hükümler, mantıken zorunlu değil; a posteriori (deneyden sonra) elde edilmiş kararlı tanımlardır. Boutroux bu durumu şöyle özetler: “Kanunlar, içinden olguların aktığı nehir yatakları gibidir.” Yatak akışı şekillendirir, ama akış da yatağı zaman içinde değiştirebilir.

Canlılar dünyasına indiğimizde tabloda belirgin bir dönüşüm görürüz. Aşağı basamaklara doğru gidildikçe fonksiyonların karıştığı, organizasyonun basitleştiği, şekilleşmenin kararsızlaştığı, geometrik biçimlere yaklaşıldığı doğrudur. Ama bu, canlı ile cansız arasındaki farkın yalnızca dereceli olduğu anlamına gelmez. Aksine, canlı varlıkta ortaya çıkan bütünlük, parçaların toplamıyla özdeş değildir: Hayat, bir tipin gerçekleşmesi ve aksiyonudur; organlar bu aksiyona yardım edecek şekilde kuruludur; roller arasında ahenkli bağlar vardır. Boutroux burada önemli bir nokta koyar: Bu ahenk ve bütünlük, hüküm düzeyinde zorunlu olmasa bile fiilen zorunlu gibi görünür; çünkü hayat, unsurları disipline eden bir üst ilkeye –içsel bir düzenleyiciye— işaret eder. Bu yüzden hayat, yalnızca fizik ve kimya kuvvetlerinin farklı bir terkibi değil, yaratıcı bir düzenlemedir. Organik olmayan maddenin uyuşukluğu bize, canlı düzenin fazladan bir şey içerdiğini düşündürür. Boutroux’ya göre hayat fiziksel evrene bağlı değil midir? Elbette bağlıdır; ama bu, hayatın kendi kanunları olmadığı anlamına gelmez. Demek ki organik seviye de zorunsuzluk içerir; üstelik bu seviye, alt seviyelere indirgenemez bir yenilik ve amaçlılık sergiler.

İnsana geldiğimizde konu dönüp dolaşıp şuur ve irade problemlerine dayanır. Boutroux, ruhi olayların yalınkat biçimde fizyolojiye indirgenmesine karşı çıkar. Elbette psikolojik olayların bedenle ilişkisi vardır; ama bu, şuurun kendisine ait bir gerçeklik taşıdığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Şuur, dış verilerin iç verilere dönüşmesi; çokluğu bir Ben etrafında birleştiren fiildir. Bu birleştirme, yalnızca bir kemmiyet toplanması değildir; mutlak bir sentezdir, farklı cinsten unsurların köklü bir bağla kaynaşmasıdır. Boutroux, en ilkel canlılardaki uyarım-seçim davranışlarının bile “bir çeşit seçicilik” izhar ettiğini hatırlatır; ama insanda bu seçicilik, şahsiyet ve özdeşlik duygusuyla bambaşka bir düzeye çıkar. Hatırlama da böyledir: ruhun, geçmiş hâllere yeniden enerji kazandırma, onları şimdinin anlam ufkunda diriltme kudreti vardır. Şu hâlde insan fiilleri, bütünüyle mekanik zorunluluk altında açıklanamaz; çünkü burada anlam, değer, karar, sebat gibi nitelikler devrededir. İrade sahasında güç ve yorgunluk, kahramanlık ve ümitsizlik yan yanadır; hürriyet, imkânın üstünde bir yaratıcı yönelim olarak tezahür eder. Açıktır ki psikolojik kanunlar, fizik kanunlarının üstüne çıkan ve onlarla birebir paralellik içinde yürümeyen kanunlardır. Demek ki insan söz konusu olduğunda hürriyet, metafizik bir fantezi değil; fenomenolojik bir gerçektir.

 

SONUÇ

Özetle Boutroux’ya göre tabiat kanunları buyruk değil, tasvirdir; hadiseleri yönetmez, hadiseler arasındaki kararlı ilişkileri ifade eder. Sebeplilik, varlığın özünden çıkan bir zorunluluk değil, fenomenleri anlamaya yarayan bir ilkedir. Gerçeklik, katmanlıdır: maddi, organik, psikolojik ve insanî katmanlar, birbirine indirgenemez. Her gelişme ilerleme olmak zorunda değildir; gerileme de mümkündür. Evren, değişmez bir geometrik şema değil; üst üste binen şekillerin ve oluşun dünyasıdır. Kısaca, tabiat kanunları, tabiatı açıklayan değil, anlamaya yarayan iyi araçlardır; tabiat ise, bu araçların işaret ettiği zenginlik ve yaratıcı farklılaşmayla her an yeniden oluş hâlindedir.

Boutroux’nun yaklaşımı, metafizikle bilimi uzlaştırma çabasıdır. Determinizme karşı hürriyeti, mekanizme karşı canlılığı, zorunluluğa karşı imkânı savunur. Boutroux’nun temel dersi şudur: Bilimi küçümsemeden, onu mutlak zorunluluk iddialarından arındırmak gerekir. Bu yönüyle Bergson’a da zemin hazırlamıştır. Bergson’un “Yaratıcı Tekâmül” (evolution creatrice) kavramı, Boutroux’nun bu “hürriyet-imkân” anlayışının uygulanması gibidir.

"Eski usullerle İslam’ın öğretilmesi devri artık bitti. Ümmî imanı kalmadı.

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım… Allah’a giden yol sonsuz sayıdadır.

Resim, müzik, şiir, roman, mimari, tiyatro; sonsuz…

Bunlar arasından bir yol bulup o yolun dervişi olmaya bakın!"​​

Salih Mirzabeyoğlu

bottom of page