Epistemolojiye Giriş - Temel Bilgiler
- Reha Kansu

- 18 Eyl
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 22 Eyl

Giriş
İnsana genel olarak bilen hayvan demişlerdir. Çünkü insan bildiği nispette kendisini tabiî çevresinin uzantısı kılan hayvanî varoluşundan uzaklaşır ve doğal varoluşunu olumsuzlayıp dönüştürerek bir kültür varlığı haline gelir. Sosyal çevre, yani insanî dünya, vahşi tabiattan farklıdır ve bilgi yoluyla dönüştürülmüş nesnelerle doludur. İnsanî dünyanın nesneleri, hayvanlar için yalnızca içgüdüleri uyaran duyumlardan ibaretken, insan için tarihî bir birikimin eseri olarak sembol ve anlam yoğunluğuyla yüklüdürler. İnsanî dünyanın özünü insan dili ve düşüncesi belirler.
Bilgi Tanımı
Bilgi genel anlamıyla özneyle nesne arasındaki ilişkidir. Daha doğrusu, bilgiden söz edildiğinde, zorunlu olarak, bilen (özne) ile bilinen (nesne) ilişkisi söz konusudur. Bu da karşılıklı ve iç içe geçmiş bir süreç ifade eder. Özne, nesnesini bildiği nispette kendisinin ayrımına vararak özne; nesne de ancak özne tarafından bilinen bir varlık olarak nesnedir.
İnsanî Dünyada Süje ve Obje Birlikteliği
Toplum strüktürü açısından, bilginin iki unsuru da, yani hem özne hem nesne, karşılıklı olarak belirleyici rol oynar. İnsan şuurunun iradî çabaları ve içinde bulunulan çevrenin objektif şartları tarihî dönüşümleri etkiler. Objektif ve doğal varoluş, şuurdan bağımsız bir gerçeklik taşır ama tabiat, insan şuur ve iradesinin sübjektif karakteri ve rengini ona vermesi suretiyle dönüştürülerek insanî dünyaya katılır. Böylece tabiatın üstünde, tarih denilen, insan şuur ve iradesi vasıtasıyla oluşmuş bir gerçeklik alanı ortaya çıkar. Bilmek ve yapmak (teori ve pratik), insanı tarihî ve manevî bir varlık kılar. İnsan, bildiği oranda, yani duyup algıladığı, tasavvur ve idrak ettiği, kısaca içine doğduğu gerçekliğin şuuruna vardığı oranda özne ve kendisi olur. Hayvanlar ise, insandan farklı olarak, duyup algıladıklarını tasavvur ve idrak edemezler. Çünkü insanın bu kabiliyetlerini borçlu olduğu dil ve düşünce becerileri, yalnızca insanda ortaya çıkmıştır.
Bilgi Formları
Bilginin oluşumunda, ihsas (duyum), algı, tasavvur (tasarım) ve kavram gibi unsurlar söz konusudur. İhsaslar, bedeni etkileyen nesnelerin duyu organlarını çeşitli şekillerde uyarması; algı, bu duyu içeriklerinin isimlendirilme ve anlamlandırılma biçimidir. Tasavvur, herhangi bir duyu nesnesi ve algısından bağımsız, yani dış dünyanın nesnelerine muhtaç olmayan ve zihinde canlanan genel imajları ifade ederken; algının pasif konumuna nazaran, hafıza ve muhayyile (hayal gücü) yoluyla oluşturulan daha üstün bir idrak biçimidir. Kavram ise, tasavvurdan daha mücerrettir. Tasavvurların dolaylı yoldan da olsa algı içeriklerine dayanmasına nazaran, kavramlar bilginin en mücerret (soyut) ve en genel formlarıdır.
Dil ve Düşünme
İnsan türünün ayırıcı vasfı olarak, dil ve düşüncenin de karşılıklı olarak birbirine bağımlılığı söz konusudur. Dil olmadan düşünce, düşünce olmadan dil olmaz. Dil yalnızca bir iletişim aracı değildir; o aynı zamanda bir akıl yürütme aracıdır. Dil, nesnelere işaret eden isimlendirme ve seslenmeler olmasının yanında, şuurlu ve düşünen bir özne olarak insanın içinde yaşadığı dünyayı kategorize etmesi ve anlamlandırmasının da temelidir. Bu sayede insan, ham duyu içeriklerini aklî sınıflandırmalar içinde bilgiye dönüştürebilmiş, tabiatı kendi nesnesi yapabilme (bilgi) sürecine girebilmiş ve tarihî gelişimini gösterebilmiştir. Dil sayesinde dış dünyadaki şeyler, hissedilen ve algılanan unsurlar olmanın ötesinde, isimlendirilerek kategorize edilen ve aralarındaki ilişkinin kavranabildiği, kısaca anlamlandırılabildiği bir gerçekliğe dönüşür. Ham duyu verilerini algıya, algıdan tasavvura, tasavvurdan da kategori ve kavramlara dönüştüren bütün bir aklî süreç, dile dayanır. İnsan bilgisinin özü ve temeli, bu manada, dil ve düşünme becerileridir.
Kısaca Bilgi Türleri
Gündelik pratik hayatın bir zorunluluk ve alışkanlık döngüsünü ifade eden işleri, genel olarak duyu ve algı içerikleri etrafında döner ve sıradan tasavvurların ötesinde yüksek bilgi formlarını gerektirmez. Tabiî insanî algının da isimlendirilmiş ve sınıflandırılmış duyu içerikleri anlamına geldiğini unutmayalım. Burada, umumiyetle birçok özne tarafından üzerinde uzlaşılmış ve pratik fonksiyonu öne geçen maddî nesneler söz konusudur. Kullanılan dil de iletişim fonksiyonunu yerine getirmesi sebebiyle bu seviyededir. Kısacası, günlük hayatta, mesela “varlık” ve “hiçlik” gibi mücerret kavramlara -oldukça sıradan gündelik anlamları dışında- hiç de ihtiyaç duymayız.
Bir de pozitif bilgi vardır ki, günlük hayatın şahsî iş ve endişelerine nazaran, daha objektif bir karakter taşır. Nitekim gündelik yaşamı belirleyen teknik unsurları üreten bilgi türü de budur. Gayesi bilimdir; bu sebeple, mümkün yerine zorunluyu arar. Bu onun tarihî değişmelerden etkilenmeyen ve imkâna açık bir karakter taşımadığı anlamına gelmez. Fakat çabası, değişmez olguları ve ilişkileri kuşatmaya yöneliktir. Matematik gibi formel ilimlerden, deney ve gözleme dayalı genellemeleri olan doğa bilimlerine ve insanı bir kültür varlığı olarak inceleyen sosyal bilimlere kadar, her bilim, kendi mevzuuyla sınırlı bir çerçevede iş görür. Dolayısıyla pozitif bilgi, ham algıları ve gündelik tasavvurları aşan bir bilgi türüdür.
Epistemolojide, gündelik ve pozitif bilginin yanı sıra felsefi bilgiden de söz edilir. Felsefede en genel ve kapsayıcı kavramlar devreye girer. Çünkü o, şu veya bu bilimin yaptığı gibi belirli bir konuyu değil, fizik-metafizik demeden tüm varlığı ve varoluşu, hatta burada yaptığımız gibi bilginin kendisini bile ele alır. Öz ve mahiyet gibi kavramlar kullanarak, varlığın kendisine ve bütününe dair türlü değerlendirmelerde bulunur. Öyle ki, bilim insanının konusunu oluşturan fenomenlerin kendisi, felsefenin tezgahından geçer. Zaten felsefe, Antik dönemde henüz ayrılmamış olduğu pozitif bilimin de babasıdır.
Epistemolojinin Konusu
Epistemoloji, bir bilim değil, bir felsefe disiplinidir ve doğrudan doğruya bilginin mahiyetini konu alır. Bilginin ne olduğu, sınırları, yeri, değeri, ona nasıl ulaşıldığı, hepsi epistemolojinin konusudur. Tüm bu sorulara verilen farklı cevaplar, farklı felsefi sistemlerin duruşunu belirler. Mesela bilginin sınırlarını tartışıyorsak, empirist, onu deney ve tecrübeyle (algının sınırlarıyla) sınırlandırırken, rasyonalist apriori (deneyden önce bulunan) bilgilere (algının ötesine) kadar uzanır. Sezgici ise ikisini de aşan bir bilgiden söz eder.
Epistemolojinin Kavramları
Etik (ahlak felsefesi) “iyi”yi, estetik (sanat felsefesi) “güzel”i sorgular; Antik dönemde bu ikisi birbiriyle eş anlamlı kavramlar olarak düşünülmüştür. Güzellik insan arzusunu şekillendiren bir değerdir ve ahlâkî değerlerle yakından ilgilidir. Epistemolojinin de bunlarla yakından ilgili bazı temel kavramları vardır; “anlam, doğruluk, gerçeklik” gibi. Anlam, dille ilişkili bir kavramdır ve anlam olmadan bilgi olmaz. Herhangi bir önermenin dil açısından anlamsız olması, onun bilgi değerini de yok eder. “Doğru düşünme”nin kurallarıyla ilgilenen felsefe disiplini olarak mantık ise anlamın tutarlılığını, yani bir söylenenin diğerine uygun olmasını şart koşar. Dil için söz konusu olan, mantık için de geçerlidir. Zaten dil, barındırdığı yapı ve kurallar yoluyla, mantık örgüsünü de kısmen kapsar ve önermeye bilgi değerini veren anlamı zorunlu olarak biçimlendirir. Gerçeklik ise, gündelik hayatta “gerçeğe uygun olma” anlamında ve doğruyu söyleme kastıyla “doğruluk” yerine kullanılsa da esasen ontolojinin (varlık felsefesi) kavramıdır.
Bütün bu kavramlar, epistemolojinin temel kavramı olan “doğruluk” etrafında yeni bir anlam ve şekil alırlar. Doğruluk, önermenin taşıdığı “bilgi değeri”ni ifade eder. Doğruluğun bilgi değeri olması bakımından, çeşitli teorilerce yapılmış tanımlarına göre “gerçekliğe uygun olma” (empirizm) veya “tutarlılık” (rasyonalizm), “işlev” (pragmatizm) ve “dolaysızlık” (sezgicilik) gibi farklı anlamlarından da söz edilebilir.
Epistemolojide Akımlar
Epistemolojide, bilgiye yaklaşma tarzları ve bilgi değerini belirlemede benimsedikleri yöntemler bakımından birbirinden ayrılan akımlar söz konusudur. Bunlar beylik olarak şöyle sıralanabilir: Şüphecilik, empirizm (deneycilik), rasyonalizm (akılcılık), sezgicilik, pozitivizm, pragmatizm.
Şüphecilik, felsefenin genel tavrı olarak bilinmekle birlikte, epistemolojik bir yöntem olarak en tipik numunesi Descartes’tır. Ona göre şüphe, açık ve kesin bilgiye ulaşmanın yöntemidir. Öznenin bizzat algı ve akıl yürütmeye yönelik şüphesi, varoluşunun kesinliğine dair dolaysız bir sezgiyle sonuçlanır: “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Yani bilginin imkânını bizzat şüphenin kendisi temellendirir. Bir de “aşırı şüphecilik” vardır ki, şüphe orada bir bilgi yöntemi değildir; o, bilginin imkânını tümden reddeder. Epistemoloji tarihinde ilk numuneleri, Protagoras ve Gorgias gibi Sofistlerdir.
Empirizm, insan hayatının tecrübî yönünden yola çıkar ve bütün bilgilerin kaynağı olarak gördüğü algıları bilgi değerinin, yani doğruluğun da ölçütü olarak işaretler. Dolayısıyla bilgilerimizin deneyi aşan bir gerçeklik olarak metafizik bir kaynağı olamaz. Empirizm açısından deney, akıldan; yani algı, düşünceden önce gelir. Buna göre, insan zihninin yaptığı tüm soyutlama ve kavramlar da “deney sonrası” (a posteriori) oluşumlardır. Yani düşüncede, tecrübeden gelmeyen hiçbir şey olamaz. Böylece “iyi” ve “güzel” gibi kavramlar da mutlak olmaktan çıkar, tecrübenin neticesi olurlar. Empirizmin tipik temsilcileri, John Locke, George Berkeley ve David Hume’dur.
Rasyonalizm açısından ise tüm algı ve deney dünyası, anlam ve değerini yine düşünmeye ve akla borçludur. Duyu içerikleri kendi başına bir değer taşımazlar. Organik dünyadaki diğer türlerden ve hayvanlardan farklı olarak, insanda belirleyici olan akıldır. Matematik, deneyle doğrulanması gerekmeyen, deneyle de yanlışlanamayacak olan ve zaten ondan önce gelen (apriori), bağımsız, verili bir gerçekliktir. Doğruluk, yani bilgi değeri, zorunlu düşünceler arasındaki mantıkî tutarlılıktadır. İnsanın bilgi faaliyetinde akıl, algının önündedir. Bu akımın da en bilinen temsilcileri; Platon, Descartes, Spinoza, Leibniz ve Hegel’dir.
Bilme tarzlarını kendine (Auguste Comte) göre “teolojik (dinî), metafizik (felsefî) ve pozitif (ilmî)” şeklinde ayıran pozitivizm ise, 19. yüzyılda doğmuş pozitif bilimlerin ideolojisidir. Yalnızca pozitif bilimlere göre ölçülebilir olan gerçekliğe ve olgulara inanır. Pozitivist bilginin tanıdığı bilgi değeri, pozitif olguların deterministik kavranışıdır. Yani buna göre bir şeyi bilmek, onun neden-sonuç ilişkisi içinde açıklanmasını gerektirir. Pozitivizm, mekanizmden beslenmesi sebebiyle, materyalist varlık görüşüne dayanır. Fakat tabiat kanunlarının da algıyı aşan soyutlamalar içermesi, pozitivizmin, aslında bilginin indirgenmiş bir biçimi olduğunu gösterir.
Pragmatizm, kökleri İngiliz empirizmine dayansa da Amerikan felsefesidir; bir diğer deyişle, liberal demokrasinin çoğunluk fikriyle de uzlaşmasına kadar, bütün bir Kapitalist toplumun ruhunda yatan anlayıştır. Değişik versiyonlarından söz edilir. Mutlak bilginin imkânını reddeden Antik Yunan Sofistlerine kadar götürülebilir. Ancak temel olarak, bilginin pratik hayatta sağladığı fayda ve fonksiyonel niteliğe bakar. Pragmatizmde, teorinin pratik gelişmelere hizmet etmesi gerektiği şeklinde düşünülür. Dolayısıyla olgu ve değeri ayırır. Başlangıç noktası olarak algıyı alan bir bilgi anlayışı olarak, göreli ve “tikel” (cüzî) bir epistemolojik zemine yaslanır. Pragmatizmin kökenini, John Dewey ve William James gibi düşünürler temsil eder.
"İyi, Doğru ve Güzel"in Ayrılmazlığı
Epistemoloji “doğru” bilginin özünü, ahlak felsefesi (etik) “iyi” davranışın özünü, sanat felsefesi (estetik) ise “güzel”in özünü araştırır ki; bunlar felsefenin üç temel kavramını oluştururlar. Epistemoloji, her ikisiyle de yakından ilişkilidir. Bilenin (özne) mahiyeti açısından bakıldığında, duygu (güzel), düşünce (doğru) ve iradeye (iyi) karşılık gelen bu üç kavram, insanî dünyanın ayrılmaz değerleridir. Hayvan dünyasının üzerinde yükselen insanî dünyayı, yalnızca physis’in (tabiat kanunlarının) değil, nomos’un (medeniyet kanunlarının) parçası kılan, insanın bu değerlere açılan manevî ve normatif yönüdür. Dolayısıyla “Doğru nedir?” sorusu, “İyi nedir?” ve “Güzel nedir?” sorularıyla iç içedir.
Ahlak felsefesi açısından insan, yalnız olan değil, olması gereken bir varlıktır; sanat felsefesi açısından ise insan kendine has bir algı ve tasavvur üretebilen, pasif bir tarzda duyu verileriyle yetinmeyen bir varlıktır. Dolayısıyla “bilgi” sayesinde tarih, devlet, din, sanat, ahlak, tümüyle ve yalnızca insana özgü fenomenlerdir. O halde bilgi problemi, ahlak problemine bağlanır. Hakiki bilgi, iyi davranışın da zemini ve başlangıç noktasını oluşturur. Bu aynı zamanda, epistemoloji ve ontolojinin de konu olarak iç içe geçmiş olduğunu gösterir.
_edited.jpg)
