top of page

Nietzsche (2): Hıristiyanlığın Köle Ahlakına Karşı İslâm'ın Asil İçgüdüleri


ree

Nietzsche’nin adıyla İslam kelimesi yan yana geldiğinde, çoğu okur şaşkınlıkla kaşlarını kaldırır. Çünkü Nietzsche, modern Avrupa’nın en keskin din eleştirmeni, Hıristiyanlığı bir “hastalık” ve “çürüme” olarak gören radikal bir filozoftur. Onun çekiç darbeleri, en çok kilisenin temellerine inmiştir. Bu yüzden “Nietzsche ve İslam” ifadesi, ilk bakışta yan yana gelemeyecek iki kavram gibi görünür. Ne var ki, Nietzsche’nin külliyatında İslam ve İslamî kültürlere yapılan yüzlerce göndermeye rastlamak mümkündür. Hafız’dan Endülüs’e, Haşhaşilerden Türklerin kaderciliğine kadar birçok sahnede İslam, onun düşünce dünyasında beliren bir gölge olarak vardır.


Nietzsche için Hıristiyanlık, Batı’yı çürüten en derin hastalıktı: Yaşamın inkârı, beşeri gücün bastırılması, güçsüzlüğün erdem diye yüceltilmesi. Hıristiyanlık, ona göre kölelerin intikamıydı. Nietzsche, eleştirileri arasında, Hıristiyanlığın karşısına bir başka dünyanın, başka bir kültürün, başka bir dinin örneğini koydu: İslâm. Evet, Nietzsche için İslâm, Hıristiyanlığın tam karşısında duran, yaşamı inkâr etmek yerine olumlayan, güçlüleri taltif eden bir dünya görüşüydü. Bu yüzden Nietzsche’nin Hıristiyanlık eleştirisini anlamak, İslâm’a dair onun sözlerini de anlamayı gerektirir.


Nietzsche’nin İslam’a yönelişi, hiçbir zaman saf bir merakın veya doğrudan bir tecrübenin ürünü değildir. Oryantalist metinlerden okudukları, Alman kültürüne duyduğu hoşnutsuzluk, Hıristiyanlığa olan nefreti ve “hayatı olumlama” arayışı, İslam’ı onun gözünde farklı bir ayna haline getirir. Kimi zaman bu ayna, hayatın şiddetle, cesaretle ve hiyerarşiyle yoğrulduğu “erkeksi” bir dünyayı gösterir. Kimi zaman ise İslam, Hıristiyanlık gibi “itaate dayalı” ve “öte dünya takıntılı” bir din olarak küçümsenir. Nietzsche’nin İslam’ı, tıpkı onun felsefesindeki diğer imgeler gibi, tutarsız ama işlevseldir.


Genç Nietzsche ve İlk İslam Referansları

Nietzsche henüz yirmi bir yaşındayken, kız kardeşi Elisabeth’e yazdığı mektupta Hıristiyanlık yerine İslam’ı bir alternatif gibi anmıştır. Bonn’daki teoloji eğitimini terk etmesinin sebeplerini açıklarken, şöyle sorar:

“Yine de son bir soru: Gençliğimizden bu yana tüm kurtuluşların İsa’dan başka birisinden, sözgelimi Muhammed’ten geldiğine inansaydık, aynı kutsallığı tecrübe etmemiz gerekmez miydi?”

Bu cümle, Elisabeth’i öfkelendirmekten başka bir işe yaramaz; zaten Nietzsche’nin zihninde de Hıristiyanlığın taşralılığını ifade etmek için ihtiyaç duyduğu bir kıyas unsurundan ibarettir. "Muhammed" isminin telaffuzu, aslında Hıristiyanlığın evrensellik iddiasını sorgulamak içindir. Demek istediği, eğer aynı kutsallık başka bir figür etrafında da yaşanabiliyorsa, o halde Hıristiyanlığın tekliğinin de şüpheli hale geleceğidir.


Nietzsche, hiçbir zaman Müslüman bir ülkeye gitmemiş ve Doğu’ya dair bilgisinin tamamını oryantalist literatürden almış olsa da en dolaylı kaynaklarda bile kenara düştüğü notlarda İslam üzerine sorularına rastlanır. Nietzsche’nin İslam’a bu denli ilgi göstermesinin sebebi, bu kültürü “farklılığın barometresi” olarak kullanma isteğidir. Avrupa Hıristiyanlığının evrenselmiş gibi görünen iddialarını sarsmak için, İslam uygun bir karşı-örnektir. Kendi ifadesiyle, Nietzsche'ye “Avrupa ötesi bir göz” gerekmiştir. O yüzden bir mektubunda açıkça, Tunus’ta yaşamak istediğini yazar:

“İnancın son derece sadakatle yaşandığı yerlerde, Müslümanlar arasında bir müddet yaşamak istiyorum; böylece, Avrupalı olan her şey hakkındaki bakışım ve yargılarım netleşecek.”

Bunun sebebi, Avrupa’yı daha iyi anlamak için kendini farklı bir kültürle karşılaştırma isteğidir. Nietzsche burada İslâm’ı yalnızca bir din olarak değil, bir “ayna” olarak kullanır. Avrupa’nın köle ahlakını teşhis etmek için İslâm’ın farklı değerler düzenine bakar.


İslam’ın Beşerî Üstünlüğü ve Asil Ahlakı

Bir önceki yazımızda (Üç Adımda Nietzsche Felsefesi) bahsettiğimiz gibi, Nietzsche’nin en temel kavramlarından biri “köle ahlakı”dır. Bu ahlak, güçsüzlerin hıncından doğar. Zayıf olan, güçlüyle yüzleşemez; bu yüzden değerlerin anlamını ters çevirir. Güçlü olan “kötü”, alçakgönüllü olan “iyi” oluverir. Acı çekmek, boyun eğmek, güçsüzlük, yoksulluk erdem sayılır. Böylece hayatın kudreti, değerlerin ters yüz edilmesiyle aşağılanır. Hıristiyanlık bu dönüşümün zirvesidir. İsa’nın öğretileri, Pavlus’un yorumları, kilisenin doktrinleri, hepsi aynı sonuca bağlanır: yaşamanın reddi. Hıristiyanlık, acıyı kutsar, bedeni küçümser, gözleri bu dünyadan çevirip öte-dünyaya kilitler. Nietzsche için bu, Batı’nın en büyük talihsizliğidir: köle ahlakının kültürleşmesi, uygarlık hâline gelmesidir. Batı’nın çöküşünde Hıristiyanlığın bu köle ahlakı belirleyici rol oynamıştır. Köle ahlakına karşı Nietzsche “asil ahlakı” koyar. Asil ahlak, güçlülerin ahlakıdır. Bu ahlakta değerler “tepki” değil, “yaratma” üzerinden belirlenir. Güç, kudret, cesaret, haz, sağlık ve dünyevî zafer “iyi”nin ölçütüdür, bunlar fazilet bilinir. Burada yaşam, hiçbir mazeret aramadan onaylanır. Antik Yunan aristokrasisi, Roma’nın kudretli yurttaşları, Nietzsche için bu asil ahlakın tarihî örnekleridir. Yaşamı olumlayan bu ahlak, Hıristiyanlığın ters çevirdiği değerlerin tam karşıtıdır.


Ve Nietzsche, tam da bu noktada, Hıristiyanlığın karşısına yalnızca antik dünyayı değil, İslâm’ı da çıkarır. Tam da bu bağlamda İslâm’a olumlu bakar. Eserlerinde İslam çoğu zaman Hıristiyanlığın zıddı olarak olumlu bir biçimde anılır. Ona göre İslâm, köle ahlakının ürünü değildir; daha güçlü, daha “erkeksi” (Nietzsche’nin ifadesiyle männlicher) içgüdülerden doğmuştur. İslâm, hayatı olumladığı, bedenî ve dünyevî yönü küçümsemediği için Hıristiyanlığın köle ahlakına karşı “asil ahlak”ın temsilcisi gibi görünür.


Nietzsche, Hıristiyanlığı “kadınsı”, İslam’ı ise “erkeksi” olarak tasvir eder. Güç İstenci'nde şu ifadeyi kullanır:

“Erkeklerin dini olan Müslümanlık, kendisini kadınların dini olarak düşünen Hıristiyanlığa, bu dinin duygusallığı ve yalancılığından dolayı hor gözle bakar.”

Burada “erkeklik”ten kasıt, cesaret, güç ve otoriteyi saklamadan sahiplenmektir.


Nietzsche, İslam’ı askerî nitelikleriyle de över. Ona göre İslam’da kutsal ile savaş arasında sıkı bir bağ vardır:

“(İslâm'a göre) Savaşta yoldaşlık, imanda dostluk demektir. Yolumuza hizmet eden ve bizim kestiğimiz eti yiyen, bir Müslümandır.”

Bu tür ifadeler, Hıristiyanlığın “öte dünya”ya kaçışına karşılık, İslam’ın dünyevî cesareti yücelttiğini gösterir. Nietzsche, bu yaklaşımı yaşamın olumlanması olarak yorumlar. Nietzsche’nin İslam’a dair en parlak sözleri Deccal’de karşımıza çıkar ve İslâm’ı Hıristiyanlığın tam karşısına koyduğu görülür. Burada Nietzsche, İslâm’ı doğrudan “asil ahlak”ın bir numunesi olarak konumlandırır:

“Eğer İslâm, Hıristiyanlığı hor görüyorsa, bin kat haklıdır: İslâm en azından karşısında insan olduğunu varsayar.”

Hıristiyanlık, insanı küçültmüş, zayıflatmış, dünyadan koparmıştır. İslâm ise insana insan muamelesi yapar; güçlü yanlarını bastırmaz, yaşamı aşağılamaz.


Bir sonraki kısımda Nietzsche’nin üslubu daha da ateşlidir. İspanya’daki Endülüs kültürünü öyle över ki, ona göre bu kültür Roma ve Yunan’dan bile Avrupa’ya daha yakındır, çünkü yaşamı olumlayan, asil içgüdülerden doğmuştur. Haçlılar ise bu kültürü yok etmişlerdir:

“Hıristiyanlık bizi antik kültürün ürünlerinden mahrum ettiği gibi, daha sonra İslâm kültürünün ürünlerinden de mahrum etti. İspanya’daki muhteşem Endülüs-Müslüman kültürü — ki aslında bize aitti, Roma ve Yunanistan’dan bize daha yakın olan bir kültürdü — ayaklar altına alındı. Neden? Çünkü daha asil, daha erkekçe içgüdülerden doğmuştu; çünkü yaşamı olumlamıştı, hem de Endülüs kültürünün nadir ve değerli imkânlarıyla! Haçlılar, aslında önünde yere kapanmaları gereken bir şeye karşı savaştılar: bir kültür ki, onun karşısında bizim on dokuzuncu yüzyılımız bile çok yoksul, çok geç kalmış görünür. Hıristiyanlık, bizi bize bin kere daha yakın olan, duyularımızı, zevkimizi, bütün ruhumuzu daha ince ve yüksek bir yaşama hazırlayabilecek bir kültürden mahrum etti.”

Burada Endülüs’ün kültürü, Rönesans’tan bile daha hayat dolu bulunur. Nietzsche, bu kültürü “erkeksi içgüdülerden” beslenen, en zarif durumlarında bile “hayata evet” diyen bir medeniyet olarak över. Bununla da kalmaz:

Yüksek kültür tarihinde Alman aristokrasisi neredeyse hiç yoktur: Bunun sebebini tahmin edebilirsiniz . . . Hıristiyanlık ve Alkol: Kirlenmenin iki önemli aracı . . . Zira Alman Aristokrasisinde, İslam ve Hıristiyanlık ile karşılaştığında seçim yapma imkanı, bir Arap ve bir Yahudi ile karşılaştığında olduğu gibi, hiç yoktur ( . . . .) Biri ya Chandaladır ya da Chandala değildir . . .”Roma ile sonuna kadar savaş! İslam ile barış ve dost ol!”: Bu, Alman imparatorları arasında büyük özgür ruha ve dehaya sahip İkinci Fredrich’in yaptığı ve düşündüğü şeydir.

Bu cümleler, Nietzsche’nin gözünde İslâm’ın, Hıristiyanlıkla kıyaslandığında insana daha çok değer veren, daha güçlü ve yaşamı olumlayan bir karakter taşıdığını gösterir. İslâm’ın bu tarihî parıltısı, Nietzsche için Avrupa’nın en büyük kaybıdır.


Bunların dışında, Nietzsche’nin İslam’a dair olumlu figürlerinden biri de Hafız’dır. Hafız’ı “dünyaya ait bir neşenin” şairi olarak över. Ona göre Hafız, Romantizmin zayıflıklarına kapılmadan, şükran ve aşk duygusuyla hayatı olumlayan bir sanatçıdır.


Şöyle ifade edelim: Nietzsche’nin gözünde Haçlı Seferleri yalnızca bir dinler savaşı değildir; köle ahlakı ile asil ahlakın çarpışmasıdır. Bir yanda hayatı inkar eden ve zayıflığı kutsayan Hıristiyanlık; diğer yanda güçlü içgüdülerden doğmuş, cesur ve dünyevî bir ahlakın dini olan İslâm. Neticede Avrupa, kendi geleceğini karartan bir tercih yapmıştır. Aslında kendisine daha yakın olanı, kendisini daha yüksek bir yaşama hazırlayacak olanı bastırmıştır. Bu yüzden Nietzsche için Haçlı Seferleri, Batı’nın tarihî talihsizliğinin sembolüdür.


İslâm, Nietzsche’nin Felsefesinde Nerede Durur?

Bütün bunlardan sonra şu soruyu sormalıyız: Nietzsche için İslâm, bir ideal midir? Hayır. Nietzsche hiçbir dini kendi nihai ufku olarak benimsemez. Ona göre dinlerin hepsi, az ya da çok dogmatiktir. Hatta Nietzsche, İslam’a her zaman olumlu yaklaşmaz. Onun gözünde İslam da Hıristiyanlık gibi semitik bir dindir ve “itaat” üzerine kuruludur. İnsanların Protestan, Katolik ya da Türk olarak doğmasını, “şarap üretilen bir ülkede doğan birinin şarap içmesi”ne benzetir. Ayrıca cennet ve cehennem fikirlerini Hıristiyanlıktan aldığını düşünür:

“Müslümanlık, öte dünyanın bir ceza vasıtası olarak kullanılmasını Hıristiyanlıktan öğrenmiştir.”

Burada Nietzsche, İslam’ın Aziz Pavlus'un etkisiyle bozulduğunu iddia eder. Ancak İslâm, Hıristiyanlıkla kıyaslandığında yaşamı olumlaması, güçlü içgüdülerden doğması ve insana saygı duyması bakımından daha üstün bir örnektir. Nietzsche’nin övgüsü, İslâm’ı kendi felsefesinin modeli yapmak değil; Hıristiyanlığın hastalığını teşhir etmek için İslâm’ı kontrast olarak kullanmaktır. Onun yazılarında İslam, Hıristiyanlığa karşı bir “düşmanımın düşmanı” figürüdür ve Batı’nın çürümesini teşhir eden parlak bir karşılaştırma aynasıdır. Köle ahlakının değil, asil ahlakın dinidir; Nietzsche’nin çekiç darbeleri Hıristiyanlığın putlarını paramparça ederken, İslâm Hıristiyanlığın kararttığı Batı ufkunda parlayan bir gölge gibidir. Endülüs’ün ışıkları, Haçlı Seferleri’nde bastırılmış bir ihtimal, Batı’nın elinden kaçırdığı bir fırsattır.


Son olarak, Nietzsche’nin bakış açısı, dinleri kendi öğretileri doğrultusunda değil, ürettikleri ahlak tiplerine göre değerlendirmektir. Ama bu bile, Batı felsefesi tarihinde dikkate değer bir numunedir: çünkü Nietzsche, önyargılardan uzak biçimde İslâm’ı olumlu bir kültür olarak dile getiren ender Batılı düşünürlerden biridir. İslâm, onun için yaşamı olumlayan, gücü yücelten, insana insan gibi bakan bir kültürdür. Belki bir ideal değil, ama en azından bir kıyas ölçütü, bir kontrasttır. Avrupa düşüncesinde İslâm genellikle “öteki”, “gerilik” ya da “tehdit” olarak sunulurken, Nietzsche onu Batı’nın kaybettiği bir imkân, kaçırdığı bir şans, boşa harcadığı bir fırsat olarak görebilmiştir.



"Eski usullerle İslam’ın öğretilmesi devri artık bitti. Ümmî imanı kalmadı.

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım… Allah’a giden yol sonsuz sayıdadır.

Resim, müzik, şiir, roman, mimari, tiyatro; sonsuz…

Bunlar arasından bir yol bulup o yolun dervişi olmaya bakın!"​​

Salih Mirzabeyoğlu

bottom of page