Schopenhauer’da İrade Kavramı
- Reha Kansu
- 1 gün önce
- 6 dakikada okunur
Arthur Schopenhauer (1788–1860), 19. yüzyıl Alman felsefesinin en özgün ve tartışmalı figürlerinden biridir. Kant sonrası felsefi mirası devralan Schopenhauer, özellikle Die Welt als Wille und Vorstellung (İrade ve Tasavvur Olarak Dünya) adlı eserinde geliştirdiği “irade” (Wille) kavramı ile metafizik, ontoloji, etik ve estetik alanlarında kapsamlı bir sistem kurar. Ona göre, insanın ve dünyanın temelinde yatan öz, akıldan veya rasyonel düzenlerden önce gelen, kör, şuursuz ama mutlak bir güç olan “yaşama iradesi”dir.
Schopenhauer’ın irade anlayışını özgün kılan nokta, bu kavramı sırf insana özgü şuurlu bir yönelim olarak değil, bütün varlığın temelinde işleyen kör, amaçsız ve doyumsuz bir güç olarak düşünmesidir. Schopenhauer, iradeyi kozmik bir güç olarak kavrar. Ona göre kainat, düzenli bir aklın ürünü değil; tam tersine, doyumsuz bir istemenin, sürekli arzular ve tatminsizlikler doğuran bir yaşama çabasının ifadesidir. Bitkilerin kök salmasından, hayvanların besin arayışına; insanın tutkularından tarihî olaylara kadar her şey bu iradenin farklı tezahürleridir.
Kant’tan Schopenhauer’a: Fenomen ve Numeni Yeniden Yorumlamak
Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’nde yaptığı en köklü ayrım, bilginin alanını “fenomen” ve “numen” şeklinde ikiye ayırmasıdır. Kant’a göre biz yalnızca fenomenleri, yani tecrübe alanında duyularımız ve zihin kategorilerimiz aracılığıyla şekillenen tezahürleri bilebiliriz. Bunun ötesindeki “kendinde şey” (Ding an sich) ise bizim için erişilmezdir; çünkü insan zihni, tecrübenin sınırlarını aşarak doğrudan metafizik gerçekliğe ulaşamaz.
Schopenhauer bu ayrımı devralır, fakat radikal bir hamleyle yeniden yorumlar. Ona göre “kendinde şey” olarak adlandırılan şey, bütünüyle bilinmez değildir; insan, kendi iç tecrübesinde bu özle doğrudan temas hâlindedir. Schopenhauer, bu “kendinde şey”in aslında iradeden başka bir şey olmadığını ileri sürer. Fenomenler dünyası, Schopenhauer’a göre bu iradenin “tasavvurlar” (Vorstellung) halinde görünmesidir. Yani dünya, bize temsil olarak görünür; ama temsilin ardında dinamik, doyumsuz bir isteme vardır. Yani bu tezahürlerin ardındaki esas gerçeklik, evrensel ve kör bir güç olan “irade”dir. Schopenhauer’a göre biz kendi varlığımızda onun özünü sezeriz. Bedenin hareketleri, arzular, tutkular, yaşama çabası hep aynı metafizik özün yansımalarıdır. Böylece Schopenhauer, Kant’ın sınırlandırdığı alanı metafiziksel bir içerikle doldurur.
Şu var ki Schopenhauer’ın yaklaşımı, klasik metafiziklerin rasyonel düzen tasavvurlarını sarsar. Hegel gibi çağdaşları evreni aklın veya “geist”in bir açılımı olarak yorumlarken, Schopenhauer, aklın ikincil ve görünüşte bir işlev gördüğünü; asıl özün ise irrasyonel bir güç olduğunu iddia eder. Bu bakımdan onun düşüncesi, rasyonalizmden irrasyonalizme geçişte bir dönüm noktasıdır.
İrade: Kör, Sonsuz ve Doyumsuz Güç
Schopenhauer’ın sisteminin merkezinde yer alan irade (Wille), yalnızca insana özgü bir psikolojik nitelik değil, bütün varlığın metafizik özü olarak kavranmalıdır. İrade, Schopenhauer’a göre rasyonel bir ilke ya da şuurlu bir plan değildir; ne belirlenmiş bir planı ne de teleolojik bir amacı vardır. O, tabiatta, insanda ve kainatta işleyen sürekli bir isteme, arzulama ve yönelme gücüdür. O, yalnızca istemek için ister. Bir ağacın güneşe yönelmesi, bir hayvanın insiyaki hareketleri, insanın tutkuları ve arzuları hep aynı kör gücün tezahürleridir. Bitkilerin toprağa kök salması, hayvanların yaşamlarını sürdürme mücadelesi, insanların sınırsız istek ve tutkuları, hep aynı “yaşama iradesi”nin farklı tezahürleridir. Bu yönüyle Schopenhauer, evrene akıl veya “geist” atfeden Hegel gibi sistemlerden radikal bir şekilde ayrılır. Ona göre evrenin özü akıl değil, akıldan bağımsız ve hatta aklın üzerinde işleyen bir güçtür.
İradenin en bariz özelliği, sürekli yeni arzular doğurarak varlığı huzursuz kılmasıdır. İnsan, tatmin olacağını sandığı arzuların peşinden koşar; fakat her tatmin kısa sürede yeni bir ihtiyacın doğmasına yol açar. Böylece yaşam, bitmeyen bir arzular zinciri hâline gelir. Schopenhauer, bu durumu Homeros’un efsanelerindeki Danaidler’in fıçı doldurma cezasına benzetir: su fıçıya doldurulsa da altındaki delikten akar, asla dolmaz. İnsan yaşamı da böyledir; doyum anları yalnızca geçici rahatlamalardır, ardından irade yeniden kendini gösterir. Dolayısıyla tatmin, geçici bir rahatlamadan ibarettir; irade sürekli yeni istekler doğurarak ferdi yeniden tatminsizliğe ve acıya sürükler. Bu nedenle insan yaşamı iki uç arasında salınır: tatminsizlik ve can sıkıntısı. Arzular tatmin edilmediğinde ıstırap; tatmin edildiğinde ise boşluk duygusu doğar. Bu kısır döngü, Schopenhauer’ın kötümserliğinin temel dayanağıdır. Ona göre mutluluk, acının geçici olarak ertelenmesinden başka bir şey değildir.
İnsanın Trajedisi
Schopenhauer’ın irade öğretisinin en çarpıcı boyutu, insan varoluşunun bu kör ve doyumsuz gücün en keskin biçimde hissedildiği alan olmasıdır. İnsanda irade, şuurla birleşir yahut şuura çıkar. İnsan, iradenin evrensel doğasını yalnızca yaşamakla kalmaz; aynı zamanda onun farkına da varır. Bu farkındalık, Schopenhauer’a göre insanı diğer canlılardan ayıran trajik bir özelliktir. İnsan arzularının bitmeyeceğini bilir, tatminin geçici olduğunu bilir, ama yine de istemekten geri duramaz. Böylece insan, kendi iradesinin mahkûmu haline gelir.
İnsanın trajedisinin kaynağı, şuurun genişliği ve refleksiyon gücüdür. Hayvanlar da arzularının peşinden koşar; fakat onlar yalnızca o anın ihtiyacını yaşarlar. İnsan ise arzusunun tatmin edilmeyeceğini, tatmin edilse bile kısa süre sonra yeni arzuların doğacağını bilir. Bu farkındalık, insanın kendi acısının bilincinde olmasını sağlar. Böylece insan, yalnızca acı çekmez; aynı zamanda acı çektiğini ve kaçışsızlığını da bilir. Schopenhauer’ın ünlü deyişiyle: “İnsanın varoluşu, kendi sırtında taşıdığı bir çarmıhtır.”
İnsanın en büyük dramı, hiçbir arzusunun nihai tatmin getirmemesidir. Açlık gider, yeniden doğar; cinsel istek tatmin edilir, tekrar belirir; başarılar elde edilir, ama doyum kısa sürede kaybolur. Bu döngüde insan, sürekli bir gerilim hâlinde yaşar. Bu nedenle Schopenhauer’a göre hayat, bir “acı ile can sıkıntısı” salınımıdır.
Schopenhauer’a göre fenomenler dünyasında insan, arzularının zorunlu bir sonucu olarak davranır; yani belirli dürtüler karşısında belirli tepkiler verir. Dolayısıyla günlük yaşamda mutlak özgürlük yoktur. Ancak insanın iradenin mahkûmu olduğunu fark etmesi, “özgürleşme”nin ilk adımıdır. Gerçek özgürlük, iradenin yönelimlerini bastırmakla, hatta bütünüyle inkâr etmekle mümkündür.
Tarihte İrade
Schopenhauer, insanın trajedisini fertle sınırlamaz. Ona göre tarih, iradenin büyük ölçekli bir sahnesinden başka bir şey değildir. Savaşlar, devletlerin rekabeti, ekonomik mücadeleler, hepsi aynı yaşama iradesinin toplumsal tezahürleridir. İnsanlık tarihi, ilerleme değil, aynı kör güçlerin farklı maskelerle sürekli tekrarından ibarettir. Bu yüzden Schopenhauer, tarihin anlamı ve değeri konusunda da kötümserdir.
Ona göre insanlık tarihi, ilerleme ya da rasyonel bir gelişim süreci değildir. Dolayısıyla tarih, anlamdan yoksundur ve insanlığın kolektif kurtuluşu diye bir şey yoktur. Kurtuluş, yalnızca bireyin kendi içinde iradeyi susturmasıyla mümkündür.
İradenin Bastırılması: Sanat, Ahlâk, Asketizm
Schopenhauer’a göre yaşamın özü olan irade, insana sürekli acı ve tatminsizlik getirdiği için, gerçek anlamda mutluluk bu kör gücün etkisinden uzaklaşmakla mümkündür. Ancak iradeden bütünüyle kurtulmak kolay değildir; onun baskısı insanın en temel yapısına sinmiştir. Yine de insan, belli yollarla iradeyi geçici ya da kalıcı olarak bastırabilir. Bu yolların başlıcaları estetik tecrübe, ahlâgöre yaşamın özü olan irade, insana sürekli acı ve tatminsizlik getirdiği için, gerçek anlamda mutluluk bu kör gücün etkisinden uzaklaşmakla mümkündür. Ancak iradeden bütünüyle kurtulmak kolay değildir; onun baskısı insanın en temel yapısına sinmiştir. Yine de insan, belli yollarla iradeyi geçici ya da kalıcı olarak bastırabilir.
Schopenhauer’a göre yaşamın özü olan irade, insana sürekli acı ve tatminsizlik getirdiği için, gerçek anlamda mutluluk bu kör gücün etkisinden uzaklaşmakla mümkündür. Ancak iradeden bütünüyle kurtulmak kolay değildir; onun baskısı insanın en temel yapısına sinmiştir. Yine de insan, belli yollarla iradeyi geçici ya da kalıcı olarak bastırabilir. Schopenhauer, insanın iradeden geçici veya kalıcı olarak kurtulabileceği yolları üç başlıkta tartışır.
Sanat
Sanat, Schopenhauer’a göre iradeden kurtuluşun ilk ve en dolaylı yoludur. Günlük yaşamda insan sürekli arzuların peşindedir; fakat sanat eserine bakarken, örneğin bir tablonun estetik bütünlüğü ya da bir müziğin melodik akışı karşısında, kişi kendi bireysel istemelerini bir an için unutabilir. Özellikle estetik tecrübe, ferdi istemekten bir anlığına uzaklaştırır. Güzel sanatlara veya özellikle müziğe dalan insan, kendi arzularını unutup “saf tasavvur”un seyrine geçebilir.
Schopenhauer’a göre müzik, diğer sanatlar gibi iradenin fenomenlerini temsil etmez; doğrudan doğruya iradenin özünün ifadesidir. Bu nedenle müzik, iradeyi en derin şekilde yankılayan ama aynı zamanda onu en saf biçimde duyumsatan sanat dalıdır. Bir senfoniyi dinlerken insan, kendi istemelerinden sıyrılıp evrensel bir ahenge katılır.
Bununla birlikte estetik tecrübe geçicidir; iradeyi bütünüyle susturmaz.
Ahlâk
İradenin bastırılmasının ikinci yolu, ahlâki tecrübedir. Schopenhauer’ın etik anlayışının temeli, merhamet (Mitleid) kavramıdır. Ona göre gerçek ahlâk, rasyonel ilkelerden değil, başkasının acısını kendi acımız gibi hissetmekten doğar.
Fert, kendi iradesinin taleplerini başkalarının zararına gerçekleştirmek ister; fakat merhamet duygusu, bu egoist çemberi kırar. Başkasının acısını paylaşan kişi, kendi istemelerinin sınırlandığını, iradenin dar bencilliğinden kurtulduğunu fark eder. Bu yüzden merhamet, ferdî iradeyi aşan bir bağ kurar ve ahlakî hayatın temelini oluşturur.
Asketizm (Çilecilik)
En radikal kurtuluş biçimi, arzulardan tamamen el çekmektir. Schopenhauer burada özellikle Budizm ve Hinduizm’den etkilenmiştir. Asketik yaşam, iradeyi bilinçli bir şekilde bastırma, isteklerin kökünü kazıma çabasıdır. Asket, arzularını bilinçli olarak bastıran kişidir. Cinsel arzularını, dünyevi tutkularını, sahip olma isteğini terk eder. Böylece yaşamın sürekli tatminsizliğini üreten kaynağı—iradeyi—kökünden inkâr eder. Bu yolla insan, metafizik bir huzura, Nirvana benzeri bir dinginliğe yaklaşır.
Schopenhauer’a göre “en iyi” hayat, iradenin en az tezahür ettiği, arzuların ve istemenin susturulduğu hayattır ve asketik yaşam, hayatın anlamlı tek çözümüdür. Çünkü Schopenhauer, yaşamın özünü irade olarak tanımladığı için, hayatın yapısının kaçınılmaz olarak acı dolu olduğunu savunur. Her tatmin yeni bir arzunun doğuşunu hazırlar; bu zincirden kaçış yoktur. Sanat buna yalnızca geçici bir kurtuluş sağlar, ahlâk ise bireysel sınırların ötesine geçse de iradeyi bütünüyle susturmaz. Asketizm ise, iradenin kendisini hedef alarak acının kökenini ortadan kaldırmaya yönelir.
Schopenhauer, radikal bir kötümser olarak anılır: Dünya, iradenin eseri olduğu için “olabilecek en kötü” dünyadır. Leibniz’in “Bu dünya mümkün dünyaların en iyisidir” iddiasına karşı çıkar. Ona göre tam tersine, dünya “mümkün dünyaların en kötüsüdür.” Çünkü hayatın sürmesi için asgari ölçüde tatmin gerekir; fakat bu tatmin yalnızca acıyı erteleyen bir işlev görür. Bu ise sürekli acı ve can sıkıntısı arasında yaşamak zorunda olmak anlamına gelir.
Schopenhauer’ın olumsuzlarını “irade”, daha sonra Nietzsche tarafından olumlanacaktır. Onu da bir sonraki yazımıza bırakalım.