top of page

Tarih Metafiziği (1): Giambattista Vico

giambattista vico

  1. Vico Kimdir?

Giambattista Vico (1668–1744), Napoli’de yaşamış İtalyan bir düşünür, hukukçu, retorikçi ve tarih filozofudur. Modern düşünce tarihinin en özgün ve en derin isimlerinden biridir; ama aynı zamanda en çok “gecikmiş” keşiflerinden biridir. Hayatı boyunca üniversite kürsülerinde çalışmış, ancak yaşadığı dönemde fikirleri geniş yankı bulmamıştır. Onun fikirleri ve gerçek değeri, ölümünden neredeyse bir asır sonra, 19. yüzyılda Hegel ve Dilthey gibi modern tarih düşünürleri tarafından yeniden keşfedilmiştir. Bugün Vico, modern tarih felsefesinin kurucusu kabul edilir.


Vico, ne tam bir skolastik, ne de tam bir aydınlanmacıdır. Fakat her iki mirası da aşarak, tarihin kendi yasalarına sahip bağımsız bir alan olduğunu ileri sürer. Vico’nun Yeni Bilimi, “doğa bilimlerine karşı insan bilimleri” fikrinin ilk sistemli tasarımıdır. Ona göre doğayı Tanrı yapar; bu yüzden onu yalnız Tanrı bilir. İnsan ise toplumu, dili, hukuku, kurumları kendisi yapar; o hâlde ancak onları bilebilir. İnsan doğayı yapmadığı için onu tam bilemez; ama kendi tarihini, toplumunu, hukukunu yaptığı için bunları içerden kavrayabilir. Dolayısıyla tarih bilimi, insanın kendini bilmesidir. Bu ilke, bütün modern tarih bilincinin temelidir. Vico’nun 1725’te yayımladığı Scienza Nuova (Yeni Bilim), bu bakımdan tarihi “insanın yaptığı şeylerin bilimi” olarak tanımlar. Artık bilgi, doğanın değil, insan eyleminin bilgisine yönelir.


Vico, doğa bilimlerinin yöntemiyle tarih, dil, hukuk, mitoloji gibi alanların anlaşılamayacağını söyler. Kartezyen akılcılığa göre bilgi, ancak ölçülebilir, genel ve değişmez olana -yani doğa yasalarına- aitti. İnsan dünyası (dil, tarih, toplum) değişken ve belirsiz olduğu için bilimsel bilgiye elverişli görülmüyordu. Vico, tam bu noktada itiraz eder: İnsan dünyası doğa gibi sabit değil, ama anlamlıdır; doğada zorunluluk varsa, tarihte amaç vardır. Ve insan, doğayı değil, yalnız kendi yaptığı şeyleri tam olarak bilebilir. Çünkü doğa zorunlulukla işler, insan dünyası ise anlamla. Bu nedenle insan dünyası için “retorik” ve “sembolik anlam” merkezli bir yöntem geliştirir. Mitler, efsaneler, şiirler, hukuk biçimleri, hepsi insan ruhunun tarihî dilidir. Vico, bu sembollerin ardındaki ortak zihnî süreçleri keşfetmeye çalışır. Bugün kültürel antropoloji ve tarihsel hermenötik dediğimiz alanların öncüsüdür.


Vico, tarihî düzeni yalnızca dünyevî bir sebepler ağı olarak görmez; “ilâhî tedbir” (provvidenza) fikri, Yeni Bilim’in arka planında yer alır. Bu tedbir, doğrudan mucizevî müdahaleler dizisi değildir; daha çok, insan aklının kendini tarih içinde açmasını mümkün kılan bir hikmet düzeni demektir. Vico’nun özgünlüğü, teolojik ufku tarihî ve filolojik okuma ile çelişkisiz bir biçimde irtibatlandırmasındadır. Böylece tarih, ruhî bir anlam (ruhun tekâmülü) ile dünyevî bir örüntünün (kurumların evrimi) üst üste bindiği bir alan olarak görünür. Bu ikili okuma, onu hem seküler tarih felsefelerinin hem de idealist geleneklerin öncüsü yapar. Vico, aklı sabit bir yeti olmaktan çok, kendi eserleri içinde olgunlaşan bir güç olarak düşünür. Mit, ritüel, destan, hukuk, devlet, piyasa, bunların her biri aklın kendini nesneleştirme biçimleridir. İnsan, yaptığı şeylerde kendini görür; yaptığı şeyi anlayarak kendini tanır. Bu düşünce, daha sonra Hegel’de “Geist” kavramıyla sistemleşecek olan fikrin ilk ve güçlü sezgisidir: tarihin yürüyüşü, aklın kendi üzerine gelmesidir. Vico, bu yürüyüşü düz çizgi olarak değil devrî görür; fakat devrin her dönüşünde tecrübe birikimi yeni bir terkip doğurur.


Vico, tarihin rastgele olaylar dizisi olmadığını; onun da kendine özgü bir düzeni ve yasaları olduğunu savunmuştur. Ama bu yasalar, doğa yasaları gibi mekanik değil, ahlâkî ve kültürel yasalardır. İlk kez tarihe, anlamı olan bir bütünlük içinde bakmayı teklif etmiştir. Bu yüzden o, “tarih felsefesinin babası” sayılır. Vico, tarihte bir “corsi e ricorsi” (ilerleyiş ve dönüş) yasası keşfeder. Toplumlar doğar, yükselir, çöker, yeniden doğar. Ama her döngüde insanlık biraz daha olgunlaşır. Bu, modern “ilerleme” fikrinin nüvesidir. İlk kez tarih, Tanrı’nın takdiri değil, insanın gelişimi olarak kavranmıştır. Ona göre bütün toplumlar, insanlığın “çocukluk, gençlik, olgunluk” evrelerine benzeyen aynı üç aşamadan geçer. Her çağ, bir öncekinden doğar; toplumlar olgunlaştıkça Tanrı korkusu yerini aklın rehberliğine bırakır. Tarih, bu anlamda insanın Tanrı korkusundan özgür akla geçişinin hikâyesidir. Fakat bu geçiş, düz bir ilerleme değil, döngüseldir; çünkü olgunlaşma aynı zamanda yozlaşmayı getirir, sonra yeniden başlangıç gerekir.


Vico’nun üç çağ öğretisi, sadece tarihî bir model değil, aynı zamanda ahlâkî bir yasadır. İlâhî çağ, vahyin ve korkunun hâkim olduğu ilk dönemdir. İnsanlar, tabiat güçlerini Tanrılar olarak görür. Düzen, kutsallık korkusuyla sağlanır. Kahramanlar çağında bu kutsallık, asalet ve kahramanlık mitine dönüşür. Güç, meşruiyetin kaynağı olur; adalet, soyluların tekelindedir. İnsânî çağda ise Tanrısal otorite ve kahramanlık çözülür, yerini aklî hukuk alır. Toplum, eşitlik ve insan hakları bilincine ulaşır. Vico’ya göre bu üç çağ, bütün milletlerin geçtiği zorunlu evrelerdir. Tarihsel determinizm, ilâhî takdirin yerine geçmiştir. Her ulus aynı hikâyeyi farklı biçimlerde yaşar; ama her defasında insan, kendi aklını keşfeder. Bu yüzden Vico’nun modeli, hem teolojik hem sekülerdir: Tarih, Tanrı’dan insana doğru bir aklın tarihidir.


2.     Yöntem Tartışması

Giambattista Vico (1668–1744), modern düşüncenin erken evresinde, bilginin yönünü doğadan insana çeviren köklü bir kırılmanın adıdır. 17. yüzyıl Avrupa’sı, bilginin doğa yasaları çerçevesinde rasyonel olarak sistemleştirildiği bir dönemdi. Bu dönemde felsefe, doğa bilimlerinin yöntemine yaklaşarak “matematiksel kesinlik” arayışını benimsemişti. Descartes’ın metodik şüphesi ve Newton’un mekanik determinizmi, bilginin ölçülebilir, nesnel ve evrensel olduğu fikrini pekiştirmişti. 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında Avrupa’da hâkim olan rasyonalist iklim, özellikle Descartes ve Newton etkisiyle, kesinlik arayışını fizik ve matematik modeline bağlamıştı. Ancak bu rasyonalizm, insanın tarihsel, kültürel ve ruhî boyutlarını dışarıda bırakmıştı. Felsefe bu dönemde, geometrik yöntem ve apaçıklık ideali altında kendi disipliner özgüllüğünü doğa bilimlerine benzeterek kurmaya yöneliyordu.


Vico’nun itirazı bu benzetmeye karşıdır: İnsan dünyasının hakikati, doğanın ölçülebilir düzeninin bir tekrarı değildir; insanın hakikati, insanın bizzat “yaptığı” şeylerde -dil, hukuk, mit, kurum, tarih- gizlidir. Giambattista Vico, bu eğilime karşı modern düşüncenin yönünü kökten değiştiren bir ilke ortaya koydu: verum ipsum factum (“hakikat, yapılmış olandır”). Bu ifade yalnızca bir epigram değil; modern beşerî bilimlerin yerini ve yöntemini tanımlayan bir ilkedir. İnsanın hakikati yalnızca kendisinin yaptığı şeylerde bulabileceği anlamına gelir. Böylece Vico, bilginin nesnesini doğadan insana, fizik olandan tarihî olana kaydırır ve Scienza Nuova (Yeni Bilim) ile birlikte, doğa bilimlerinin dışında kalan ve “insan elinden çıkma” olan her şeyi konu edinen bir bilgi rejimini temellendirir: tarihî, filolojik, hermeneutik bir rejim.


Kartezyen düşünce, bilginin ölçütünü aklın apaçıklığında bulur. Descartes’a göre doğru bilgi, zihnin kendine açık seçik olarak sunduğu yargılardır. Vico bu anlayışı reddeder; insanın yalnızca “yaptığı” şeyi bilebileceğini savunur. Doğa, Tanrı’nın eseridir; insan onu yaratmadığı için tam anlamıyla bilemez. Buna karşın insan kendi tarihini, dilini, hukukunu ve kurumlarını yapar; bu yüzden onları kavrayabilir. Bu ilke, bilgi teorisinde köklü bir yer değişikliğidir: artık bilgi, doğayı değil, insanın kendi tarihî faaliyetini konu edinir. Vico, Descartes’ın “metodik şüphe”sini tek meşru yöntem sayan rasyonalizme karşı çıkarken aklın kendine yeterli olduğu fikrini reddeder; kültürel, tarihî ve sosyal bağlamlardan bağımsız olamayacağını ileri sürer. Ona göre “aklın kesinliği” matematikte geçerlidir; insan dünyasında ise dil, gelenek, inanç ve semboller belirleyicidir. Vico, böylece rasyonalizmi insanın tarihî doğasına kör olmakla eleştirmiştir. Bu eleştiri, modern pozitivizme karşı geliştirilen tarihselcilik, hermeneutik ve kültürel yorumculuk akımlarının habercisidir.


Vico, felsefede yöntem sorununu yeniden tanımlamıştır. Doğa bilimlerinin matematiksel yöntemi, insan dünyasına uygulanamazdı; çünkü insanın gerçekliği sayı ve kemiyet değil, anlam ve keyfiyetle yüklüdür. Bu nedenle Vico, insan dünyasını anlamanın yöntemini filolojide buldu. Dil, destanlar, hukuk metinleri, mitler, hepsi insan aklının tarihî belgeleridir. Vico, bunları çözümleyerek insanlığın ortak “ideal tarihi”ni ortaya koymak istemiştir. Vico’nun Scienza Nuova’sı, tarihin yalnızca olaylar dizisi değil, insan ruhunun kendi kendini gerçekleştirme sahnesi olduğunu ortaya koyar. Mit, dil ve hukuk gibi fenomenleri aklın gelişiminin belgeleri olarak yorumlayarak, modern kültür bilimlerinin kavramsal çekirdeğini oluşturmuştur. Bu yaklaşım, insan bilimlerinin hermeneutik karakterini önceler. Modern filoloji, kültürel antropoloji ve tarihî sosyolojinin kökeninde bu metodik farkındalık yatar.


  1. Sonuç

Vico, Hegel’in diyalektiğinin öncüsüdür. Her döngüde tez (inanç), antitez (şiddet), sentez (akıl) biçiminde ilerleyen bir gelişim sezilir. Tarih, artık kurtuluş değil, olgunlaşma sürecidir. Fakat bu olgunlaşma, ilâhî hikmetle değil, insan aklının iç yasasıyla açıklanır. Bu yönüyle Vico, hem tarihsel görecilik (Herder), hem de tarihsel determinizm (Hegel, Marx) için zemin hazırlar. Tarihi yöneten artık Tanrı değil, insanın kendi doğasıdır. Vico, tarihteki döngülerin ardında bir ilerleme yasası görür: İnsan, her yıkılıştan sonra biraz daha bilinçli yeniden başlar. Bu, tarihsel felaketlerin bile bir “eğitim değeri” olduğu anlamına gelir. Yani Tanrısal adalet, tarihin içkin yasasına dönüşmüştür. İnsanlık, acılarla olgunlaşır; her düşüş, daha yüksek bir anlayışın tohumunu taşır. Burada ilk kez tarih, “Ruh’un eğitimi” olarak görülür. Bu fikir Hegel’de sistemleşecektir.

 

Vico’nun fikirleri, 19. yüzyılda yeniden keşfedildiğinde, tarih felsefesinin temel taşına dönüştü: Herder, onun “her kültür kendi iç yasasına sahiptir” fikrini alıp tarihî göreliliğe çevirdi. Hegel, “tarih Ruh’un kendi bilincine varışıdır” derken Vico’nun döngüsel tarih yasasını diyalektiğe dönüştürdü. Marx, “tarihi insan emeği yapar” diyerek Vico’nun “insan tarihi yapar” önermesini maddîleştirdi. Dilthey, Spengler, Toynbee, Croce gibi düşünürler de onun tarihsel bilinç fikrini sürdürdüler. Bugün “tarihselcilik” (historicism), “kültürel hermenötik”, “antropolojik tarih”, hatta “sosyoloji”nin tarihsel yönü, hepsi bir ölçüde Vico’ya dayanır.


Herder, Vico’nun “insanlığın tek hikâyesi” fikrini alıp çoğulcu bir biçimde geliştirir: Her kültür kendi hümanitesini üretir. Hegel ise aynı fikri diyalektik bir evrensel ruh sistemine dönüştürür. Marx, bu diyalektiği maddeye uygular: artık tarihin motoru Tanrı değil, emek ve üretimdir. Böylece Vico’nun “insan tarihi yapar” cümlesi, Marx’ta “insan üretimle kendini yapar” hâline gelir. Comte’un pozitivizmi de Vico’nun “tarih yasaları” arayışının bilimsel formudur. Kısacası, modern tarih bilincinin bütün damarları Vico’ya dayanır. O, teolojik tarihten insanî tarihe geçişin köprüsüdür. Bu kırılma, Batı tarih felsefesinin bütün sonraki akımlarını belirler. Herder’in hümanitesi, Hegel’in Ruh’u, Comte’un aklı, Marx’ın emeği, hepsi, Vico’nun açtığı kapıdan geçer.


Vico’nun etkisi ölümünden sonra yavaş ama derin olmuştur. Hegel, tarihin aklî yapısı fikrini Vico’dan miras almıştır. Herder ve Michelet, kültürlerin özgül ruhunu (Volksgeist) onun tarih anlayışından türetmiştir. Croce ve Gentile, İtalyan idealizmini Vico temeline oturtmuştur. Spengler ve Toynbee, uygarlıkların döngüsel yükseliş–çöküş modellerinde Vico’ya borçludur. Dilthey ve Gadamer, insan bilimlerinin “anlama” merkezli doğasını Vico’nun Scienza Nuovasına dayandırır. Dolayısıyla Vico, modern insan bilimlerinin kurucu öncüsüdür. Onun sessiz devrimi, bilimin nesnesini doğadan tarihe taşımış, “hakikatin tarihsel doğası” kavramını yerleştirmiştir.

"Eski usullerle İslam’ın öğretilmesi devri artık bitti. Ümmî imanı kalmadı.

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım… Allah’a giden yol sonsuz sayıdadır.

Resim, müzik, şiir, roman, mimari, tiyatro; sonsuz…

Bunlar arasından bir yol bulup o yolun dervişi olmaya bakın!"​​

Salih Mirzabeyoğlu

bottom of page