Yeni Osmanlılar’ın Eklektizmi
- Reha Kansu

- 3 Ara
- 4 dakikada okunur

19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı dünyası, yalnız askerî–siyasî çözülmeyle değil, epistemolojik ve kültürel bir zihniyet krizi ile karşı karşıyaydı. Devletin geleneksel kurumları, Avrupa modernitesi karşısında anlamını yitiriyor; yeni bir siyasî, hukukî ve sosyal düzen ihtiyacı beliriyordu. Tam da bu dönemde ortaya çıkan Yeni/Genç Osmanlılar, modernleşmeyi Batı’dan “hazır reçete” olarak ithal eden Tanzimat bürokrasisine karşılık; hem İslâmî meşruiyeti hem modern kurumları birleştiren bir çerçeve kurmak istemişlerdir. Ancak bu çerçeve, belirli bir ideolojik tutarlılığı olmayan; İslâm, liberalizm, meşrutiyetçilik ve romantik milliyetçilik arasında gidip gelen eklektik bir düşünce yapısıyla karakterize edilmiştir.
Tanzimat sonrasında imparatorluk, Batı’nın siyasî ve hukukî kurumlarını parçalı şekilde taklit eden bir reform çizgisine yönelmişti. Ancak bu reformlar toplumdan gelen taban desteğinden yoksundu, dinî ve geleneksel meşruiyet zeminine oturmuyordu, bürokratik bir seçkinler grubunun dar bir gündemi olarak yürüyordu. Yeni Osmanlılar, bu kopukluğu fark ederek hem İslamî meşruiyeti hem modern kurumları birleştirme iddiasıyla ortaya çıktılar. Bu hareket, Batı’nın siyasi kurumlarını (parlamento, anayasa, basın) İslam’ın ve Osmanlı geleneğinin kavramlarıyla (şura, kanun-i kadim, icma) sentezlemeye çalışarak, Türk siyasi düşünce tarihinde çelişkili bir düşünce yapısı inşa etmiştir.
Hareketin önde gelen isimleri hem klasik İslam literatürünü hem de Montesquieu, Rousseau, Voltaire gibi Batılı düşünürleri okuyordu. Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi isimler, Fransız devrimci düşüncesi, İngiliz liberalizmi ve romantik milliyetçilikle aynı dönemde temas kurdular. Fakat bu karşılaşma entelektüel bir bütünlük kuracak derinlikte değildi. Bu nedenle ortaya çıkan fikirler, tercümeciliğin getirdiği, kavramların anlam alanları tam sindirilmeden kullanılması ve kavram tutarlılığından çok siyasî hedeflerin öncelenmesi gibi tipik özellikler taşıyordu. Yeni Osmanlılar’ın Batı düşüncesine yaklaşımı, kavram ödünç alma, anlam genişletme, meşruiyet üretme üçgeninde sürekli gidip gelen bir eklektizmdir.
Yeni Osmanlıların en belirgin eklektik yaklaşımı, modern anayasalizmi İslâmî referanslarla temellendirme ve meşrutiyeti İslâm üzerinden savunma çabasıdır. Onlara göre Şûra ilkesi, parlamenter sisteme temel oluşturabilir, halifenin yetkileri anayasal sınırlarla uyumlu hale getirilebilir, hürriyet ise “Allah’ın verdiği hak”tır ve Batı liberalizmiyle çelişmez. Bu argümantasyon, hem ulemanın şer‘î kaygılarını hem modernleşme yanlılarının ilerlemeci beklentilerini tatmin etmeye çalışan “çifte meşruiyet” stratejisidir.
Yeni Osmanlı eklektizminin en önemli ayağı, modern liberal kavramları İslâmî bir hak anlayışıyla harmanlamaktır. Bu çabanın en açık ifadesi Namık Kemal’in dilinde görülür. Namık Kemal, Hürriyet Kasidesinde hürriyeti Batı liberalizmiyle uyumlu ama aynı zamanda ilahî kaynaklı bir hak olarak tanımlar:
“Âlemde hürriyet kadar yükselen bir nimeti
Cânân-ı lemyezel kime vermişse çok görmemeli.”
Burada hürriyet, “Allah’ın kullarına verdiği nimet”tir. Aynı kasidede hürriyet, ahlâkî ve imanî bir görev hâline gelir:
“Hürriyetin âşıkıyız, cân ile baş ile.”
Namık Kemal, "insan hür doğar" diyen Rousseau’nun söylemini, "hürriyetin Allah’ın insana bir lütfu olduğu" teziyle birleştirmişti; ona göre meşrutiyet, İslam’ın özüne dönüş demekti. Doğal hukukta “doğuştan hak” olan hürriyeti fıtrî bir hak olarak niteleyerek, Locke ve Rousseau’daki doğal hak anlayışını İslâmî bir zeminle uzlaştırmaya çalışıyordu. Namık Kemal’in doğal hukuk kavramlarını “fıtrat”, “yaratılış” ve “ilâhî adalet” gibi İslâmî kavramlarla harmanlaması, bu açmazı aşmak için geliştirilmiş bir stratejiydi. Bu hibrit yapı, Yeni Osmanlı eklektizminin tam çekirdeğidir.
Namık Kemal’in vatan kavramı da Fransız romantik milliyetçiliğinin etkisiyle şekillenirken, Yeni Osmanlılar'ın amacı imparatorluğun çok milletli yapısını Osmanlıcılık idealiyle korumaktı. Bu, doğası gereği bir çelişki doğurur: Milliyetçilik ayrıştırırken Osmanlıcılık birleştirmeyi hedefler. Hareketin eklektik niteliği, bu iki eğilimi aynı potada eritirken de görünür hâle gelir. Namık Kemal’in bu yaklaşımı, modern milliyetçilik ile geleneksel gaza ruhunun romantik bir eklektizmidir.
Yeni Osmanlılar'ın en temel açmazı, geniş bir kavram dağarcığına sahip olmalarına rağmen, bu dağarcığı tutarlı bir bütünlüğe kavuşturacak felsefî bir sistemden mahrum olmaları; sistem kuracak bir metodolojiye, tutarlı bir ontolojik veya epistemolojik zemine sahip olmamalarıdır. Yeni Osmanlılar’ın düşünce sistematiği, tutarlı bir felsefi doktrinden ziyade, imparatorluğu kurtarmaya yönelik pragmatik bir arayışın ürünüdür. Ancak bu çerçeve hem geleneksel ulemanın hem Batıcı bürokrasinin dışında, melez bir politik söylem ortaya çıkarmıştır.
Ortaya çıkan düşünce, reaktif, pragmatik, parçalı ve belirsiz bir karakter taşır. Onlarınki, Batılı "gavur icadı" kavramları Müslüman halka kabul ettirebilmek için geliştirilmiş stratejik bir "tercüme" faaliyetinden ibarettir. Onlar, mevcut rejime karşı bir muhalefet hareketi olarak doğdukları için, teorik bütünlük yerine pratik ihtiyaçlara göre şekillenen geçici fikirler üretmişlerdir. İslâm klasik literatürü içi boşaltılarak modern kavramların anlam dünyasına yamandığında, tutarlı bir siyaset teorisi değil, dönemsel bir retorik ortaya çıkmıştır. Bu tutarsızlık, II. Meşrutiyet sonrasında belirginleşecektir.
Yeni Osmanlılar’ın eklektizmi, uzun vadede Türkiye’nin modern siyasî düşüncesinin temel kavramlarını üretmiştir: hürriyet, meşrutiyet, anayasa, kamuoyu, vatan. Bu kavramlar, Osmanlı siyasal kültürüne ilk kez onlar aracılığıyla girmiştir. Ancak bu eklektik yapı, II. Meşrutiyet sonrası siyasî hareketler açısından sürdürülebilir bir ideoloji oluşturamadı. Hareketin içindeki İslamcı, liberal, milliyetçi eğilimler giderek birbirinden ayrıldı ve farklı ideolojik kanallara aktı. Hareketin üç ana damar hâline ayrılması eklektizmin kaçınılmaz sonucudur: İslamcılık (Said Halim Paşa, Mehmet Akif), Türkçülük (Gökalp), Batıcı-liberal damar (Prens Sabahaddin). Bu bölünme, Yeni Osmanlı düşüncesinin sentez kurma iddiasının tarihî olarak sürdürülebilir olmadığını kanıtlar.
Sonuç itibariyle Yeni Osmanlılar, Türkiye’nin modern siyasî kelime dağarcığını kuran kuşak olarak, Osmanlı modernleşmesinin tutarsız fikrî mirasını da temsil eder. Yeni Osmanlı eklektizmi ne klasik İslâmcıdır, ne tam anlamıyla Batıcı, ne de modern anlamda milliyetçidir. Çözülmekte olan bir dünyanın içinden, henüz doğmamış bir dünyanın kavramlarını arayan melez bir ideolojidir. Bu melezlik, Osmanlı-Türk modernleşmesinin bütün çelişkilerini bünyesinde taşır. Bu miras, sonraki kuşakların -özellikle II. Meşrutiyet aydınlarının ve erken Cumhuriyet tartışmalarının- temel referans noktalarından biri olmuştur.
_edited.jpg)


