top of page

İbda Diyalektiğinde "Bilinen Aranır" Hükmü

Salih Mirzabeyoğlu İbda diyalektiği

Klasik felsefede Menon paradoksu, insan bilgisinin çıkmazını ifade eder: insan, bilmediğini arayamaz; çünkü bilmediğini tanımaz. Bildiğini de arayamaz; çünkü zaten bilmektedir. Bu ikilemde bilgi ya imkânsızdır ya da gereksiz. Dolayısıyla paradoks, bilginin imkânını reddeden bir çelişki olarak görünür. İBDA diyalektiği bu çelişkiyi, hakikatin önceden verilmişliği (iman) ile şuurun sürekli açılımı (tefekkür) arasında kurduğu dengeyle aşar. İBDA diyalektiği, hakikati bilerek aramanın sistemi, imana dayalı tefekkürün usûlü ve yürüyen hakikatin idrak düzenidir. Bilgi burada sonuç değil, süreçtir. İBDA diyalektiği, İslâmî düşüncenin mahiyetini “imana bağlı akıl” formülüyle belirler. Bu düşünme biçiminde iman, bilginin sonucu değil, başlangıç ilkesidir. Teslimiyet, bilmenin bitiş noktası değil, idrak sürecinin zeminidir. Bu yüzden İBDA diyalektiği, Menon paradoksunu nihai biçimde çözer: Bilinen aranır, çünkü hakikat bilinir ama idrak edilmemiştir; bilinmeyen aranır, çünkü hakikat sonsuzdur ve her idrakte yeniden doğar. Ancak bilinen aranır; ve İBDA diyalektiği, bu hikmetin çağımıza açılmış tefekkür biçimidir.


İslâm’da hakikat Mutlak’tır; insan onu yaratmaz, ona teslim olur. Bu teslimiyet, bilgiyi sona erdirmeyen, bilginin başlangıcını kuran bir fiildir. İnsan, bilmediğini arayabilir çünkü iman ettiği hakikati bir seviyede bilir; ama o bilgi, idrak edilmemiştir. Arayış, bu iç bilginin şuurda açılmasıdır. Hakikat bu süreçte sabit kalır; değişen, insanın idrak derinliğidir. Bilginin hedefi yeni bir hüküm kurmak değil, malûmu meçhullükten kurtarmaktır. Bu nedenle bilme, dış dünyadaki bir nesneye ulaşmak değil, insanın kendinde saklı olan hakikati idrak etmesidir. İnsan arar, çünkü bilir; fakat bildiği, sır hâlinde saklıdır. Diyalektik, bu sırra doğru yapılan ruhi yolculuğun metodudur. İBDA diyalektiği bu idraki sistemleştirir; aklı, kendi kendinin efendisi olmaktan çıkarır, onu hakikatin hizmetine verir. Düşünce, imanın içinde doğar; akıl, Mutlak Fikir’e bağlı kaldığı ölçüde hakikati kavrar.


İBDA diyalektiğinin merkezinde Mutlak Fikir vardır: tüm varlığı ve bilgiyi kuşatan hakikat ilkesi. Bu nedenle İBDA diyalektiği, aklı başıboş bir faaliyet değil, ölçüye bağlı bir fikir düzeni olarak kurar. Aklı, imanla bağlar; ölçüyü başa alır; hakikati bilginin değil, bilgiyi hakikate bağlanmanın konusu yapar. Bu süreçte akıl, bağsız bir çıkarım gücü değil, ölçüye tâbi bir idrak vasıtasıdır. Böylece düşünce, iman içinde işleyen bir şuur hâline gelir; arayış, başıboş bir sorgulama değil, teslimiyet içinden derinleşen bir bilme çabası olur. Bu arayış sonsuzdur; çünkü Mutlak Fikir tükenmez. İnsan, hakikati bilerek arar, aradıkça yeniden bilir. Bu anlamda İBDA diyalektiği, bilinenin aranışıdır. Bilmek, burada bir bitiş değil, bir açılış demektir. Hakikat bilinir; çünkü Mutlak Fikir ona delildir. Fakat bu bilgi, şuurda katman katman açılır. “Ancak bilinen aranır” hikmeti, işte bu idrak düzeninin ana cümlesidir. İnsan, hakikati bilmediği için değil, bildiğini daha derin idrak etmek için arar. Bilgi, hem bilinene dayanır hem bilinmezden devşirilir. Bilinen, imanla teslim olunan Mutlak Fikir; bilinmez ise o fikrin her tecellisinde yeniden doğan anlam derinliğidir.


Bu bakımdan İBDA diyalektiği, kesin hüküm vermeyen, fakat ölçüye sır idrakiyle yaklaşan bir düşünme tarzıdır. Çünkü kesin hüküm, hakikati sonlandırır; oysa hakikat, Mutlak Fikir’de sonsuz tecelli hâlindedir. İBDA diyalektiğinde fikir, hüküm değil, yürüyüştür; şuur, mertebeden mertebeye yükselir. Aramak, burada cehaletin değil, imanın fiilidir. İslâm’a teslim olduktan sonra başlayan bu arayış, hem aklın hem ruhun faaliyetidir: akıl ölçüye uyar, ruh o ölçünün mânasını yaşar. Böylece İBDA diyalektiği, düşünceyi kendi donmuş hükümlerinden kurtarıp, yürüyen hakikatin akışına yeniden dâhil eder.


Sonuç olarak, İBDA diyalektiği ne Hegel’in sistemci diyalektiği gibi aklın kendi kendini doğurmasıdır, ne de Marx’ın maddeci diyalektiği gibi dış dünyanın zorunlu devinimi. O, hakikatin ruhta yürüyen tecellisidir. İBDA diyalektiği, İslâm düşüncesinin çağımıza mahsus idrak sistemidir. Salih Mirzabeyoğlu’nun bu kavramla ortaya koyduğu şey, bir felsefe metodu değil, bir hakikat düzenidir — iman içinde tefekkürün, Mutlak Fikir’e bağlı düşünmenin usûlü. Diyalektiğin temelinde ölçü vardır. İBDA diyalektiği “ölçü”yü başa alır ve bütün düşünceyi bu ölçüye göre biçimlendirir. Bu yüzden İBDA diyalektiği, bağlı akılla işler. Bu bağlılık, düşünceyi daraltmaz, aksine açar; çünkü akıl, Mutlak Fikir’e bağlandığında kendi hakikatini bulur. İBDA diyalektiği, bu bağın adıdır: ölçüye teslim olmuş düşüncenin, hakikati içinde yürüyen, arayan, bulan ve her buluşta yeniden başlayan sonsuz idrak hareketi. Hakikat Mutlak Fikir’de sabit, ama idrakte sürekli hareket hâlindedir. Diyalektik, bu hareketin düzenidir; hakikatin insanda her an yeniden doğuşu.

"Eski usullerle İslam’ın öğretilmesi devri artık bitti. Ümmî imanı kalmadı.

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım… Allah’a giden yol sonsuz sayıdadır.

Resim, müzik, şiir, roman, mimari, tiyatro; sonsuz…

Bunlar arasından bir yol bulup o yolun dervişi olmaya bakın!"​​

Salih Mirzabeyoğlu

bottom of page