top of page

“Kendi-İçin-Varlık” Ne Demektir?

Güncelleme tarihi: 26 Ağu

Jean-Paul Sartre’ın “varlık” düşüncesi, Varlık ve Hiçlik adlı eserinde sistematik bir biçimde karşımıza çıkar. Sartre’ın varlık anlayışı, temelde iki tür varlık ayrımına dayanır: kendinde-varlık (en-soi) ve kendi-için-varlık (pour-soi). Sartre, “kendi-için-varlık” kavramını Husserl’in fenomenolojisindeki maksatlılık (intentionalité) ilkesini merkeze alarak temellendirir. İnsanın varlık tarzını açıklamaya çalışan bu yaklaşım, insanı “eksik bir varlık” olarak tanımlar.


Peki, bu kavramlar ne anlama gelir?


Kendi-için-varlık: Kısaca, şuur; veya "şuurlu varlık" olarak insan. Fakat sizi de uyaralım; hiçbir felsefe metni bu kadar basit ve sonuç odaklı olamaz! Dikkat buyurun, lütfen:


Şuurun her ân maksatlı olduğundan, yani hep bir nesneyi hedeflediğinden, daima bir şeyin şuuru olduğundan, "intentionalité" kavramı hakkındaki yazımızda bahsetmiştik. Türkçe felsefe çevirilerinde "yönelimsellik" karşılığıyla kullanılan bu kavram, Salih Mirzabeyoğlu tarafından "maksatlılık" şeklinde kullanılmaktadır.


Husserl'in çözümlediği biçimiyle "şuurun maksatlılığı", onun kendi başına bir şey, bir cevher olmadığını; anlamlandırıcı bir yönelme tavrı (modus) olduğunu ifade eder. Sartre'ın yorumu doğrultusunda ise şuurun kendi başına bir şey olmaması, onun eksik ve tamamlanmamış olduğunu gösterir. Bu, onun, diğer nesnelerden farklı olarak, "imkana açık" bir oluş varlığı olması anlamına gelir. Dolayısıyla kavram, insanın ne olduğuyla değil, ne olmadığıyla tanımlanabileceğini savunur. Buna "nefyedici varlık görüşü" anlamında "negatif ontoloji" derler.


Bununla beraber Sartre, maksatlılığı sadece epistemolojik bir şuur yönelimi olarak değil, şuurun varlıkla olan ilişkisini eksiklik ve mesafe üzerinden örgütleyen ontolojik bir ilke hâline getirir. Maksatlılık, Sartre’da eksikliğin taşıyıcısıdır; bilincin özne-olmayan, fakat varoluşu yüklenen yapısını açığa çıkarır.


Konuya dönelim ve tekrar edelim: Şuur, hiçbir zaman kendisiyle özdeş değildir; her zaman yönelmişlik durumunda, kendisinden ötede olan, kendini aşan bir şeyle tanımlanır. Bu da onun özünde eksik, kendinden kaçan, kendisini her ân geride bırakan bir yapı olduğunu gösterir.


Bu doğrultuda Sartre, varlığı iki temel kategoriye ayırır:


  1. Kendinde Varlık (l’être-en-soi): Tam, tamamlanmış, durağan, değişmeyen, bilinçsiz varlık.

  2. Kendi-İçin-Varlık (l’être-pour-soi): Eksik, dolayısıyla kendinden taşan, başkasıyla ilişkide bulunan, bilinçli varlık.


Sartre’ın ontolojik ayrımının merkezinde yer alan “kendinde varlık” (l’être-en-soi) ile “kendi için varlık” (l’être-pour-soi) kavramlarını daha iyi kavrayabilmek için, bu ikili ayrımı somut örneklerle açıklamak oldukça verimli olacaktır.


1. Kendinde Varlık (l’être-en-soi)

Sartre’a göre bilinçsiz, tam, tamamlanmış ve kendiyle özdeş varlık, kendinde varlıktır. Taş, masa, sandalye, ağaç gibi nesneler bu varlık durumuna aittir. Kendinde varlık, olduğu gibidir, başka bir şey olmaya yönelmez. "Neyse o"dur. Değişse bile, her anında “budur” denebilir. Varlığında hiçbir boşluk veya eksiklik yoktur. Şuur taşımaz, kendisinin farkında değildir. Bir taş parçası, sadece vardır. O, ne kendisini sorgular ne de “taş olmaktan başka bir şey olabilir miyim?” sorusunu sorar. Sartre’a göre taş, kendinde varlıktır; “o sadece olduğu şeydir ve o kadardır.”


2. Kendi İçin Varlık (l’être-pour-soi)

Bu, şuur sahibi varlığa, yani insan varlığına özgü bir ontolojik tavırdır. Kendi için varlık, kendisiyle özdeş değildir; olduğu şeyi inkâr edebilir. Neyse o olmayı reddedebilir. Maksatlılık yapısına sahiptir: hep kendi dışına açılır. Kendini aşmak ister; başka bir şey olma yönelimi taşır. Eksiklikle maluldür; çünkü hiçbir zaman “tam” değildir. Özgürdür, çünkü özünü belirlemekle yükümlüdür. Dolayısıyla kendi-için-varlık, şuurdur, daha doğrusu şuurlu varlıktır. Yani kendini aşan, kendine dışarıdan bakan, eksik olan, tamamlanmak isteyen varlıktır.


Kendi İçin Varlık kavramı vesilesiyle, eksiklik meselesine değinmiş bulunduk. Konuya giriş yapmadan önce Heidegger'in "fırlatılmışlık" kavramını da anlatmak yerinde olur.

"Eski usullerle İslam’ın öğretilmesi devri artık bitti. Ümmî imanı kalmadı.

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım… Allah’a giden yol sonsuz sayıdadır.

Resim, müzik, şiir, roman, mimari, tiyatro; sonsuz…

Bunlar arasından bir yol bulup o yolun dervişi olmaya bakın!"​​

Salih Mirzabeyoğlu

bottom of page